Onurlu bir özyaşam / Andan Binyazar

30 Aralık 2019 Pazartesi

Dönemin Maarif Vekili Hasan Âli Yücel, Köy Enstitülerinin kuruluş evresinde, “Türk vatanının dağlarında, bayırlarında ve kırlarında hatta en ücra yerlerinde kendi kendine açıp solan çiçek bırakmayacağız” diyor. Kimdi o kendi kendine açıp solmaya bırakılmaması gereken çiçekler? Çiçek, köylüdür, köy çocuklarıdır. Bir eğitim devrimidir bu! Yüzyıllarca kentlerde belirli kesimler göz önünde bulundurularak düzen verilmiştir eğitime. Bu bildirgede, şairin deyimiyle “gökte yıldız kadar köylerimiz” de düşünülmüş oluyor. Atatürkçü kültür-Cumhuriyet-bağımsızlık-demokrasi bileşkesi bu temel üzerine oturtulmuştur.

Bir bu eğitim anlayışını, bir de onun bugünkü “tarumar” halini düşünün...

 

Köy Enstitüleri

Varlığına ancak on yıl dayanılan bu çağdaş eğitim kurumları “gökte yıldız kadar öğretmen” yetiştirmekle kalmadı. Onların arasından yazarlar, sanatçılar, bilim insanları da çıktı. Ege insanının nasıl bir dille donanıp kendini toprak kadar ömürlü kılan yaşamını Fakir Baykurt, Kaz dağları kültürünü Homeros’u çağımızda yaşatacak anışlarla Mehmet Başaranİç Anadolu’yu köy gerçeğiyle Mahmur Makal, yalın diliyle Talip Apaydın, Doğu’yu iç ürperten yaşamıyla Dursun Akçam yansıttı genç kuşaklara. Emin Özdemir, halkın söylem kaynaklarından beslenerek açtı Türkçe düşünmenin yolunu.

Onlar yalnızca yazınsal alanda değil, hapislerde yatarak, haksızlıklara uğrayarak, Atatürk Cumhuriyeti’nin kökleştirdiği özgürce düşünmenin savunucusu olmuş, solgunlaşarak ölmekte olan çiçeklere direnme bilincini de aşılamıştır.

 

Fakir Baykurt

Michel Butor“Verimli yazarlar edebiyatın işlevinin, içinde yaşadığımız dünyayı değiştirmek olduğunu ve bunu da edebiyatın belli bir süre içinde başarabileceği eğilimi içindedirler. Ama alıştığımız anlamda edebiyat yapma olayı yeterli değildir bunun için” diyor. Baykurt, yazınının yalnızca en verimli yazarlarından biri olmamıştır. Butor’un yazınsal yapıtlara yönelik bu tanımının, Fakir Baykurt’un romanlarını, öykülerini, örgütçülüğünü de kapsadığı görülüyor.

Yazarlık ışıklarını yaşamın anlatı oyuklarına tutan ÇehovGorki gibi, Fakir Baykurt da Yunus Nadi Ödülü’nü kazanan ilk romanı Yılanların Öcü’nde başkişisi “Irazca”yla, üstü örtük bütün gerçekleri günyüzüne çıkararak yazgı sayılan düzene başkaldırır. Tırpan’da “Uluguş”Amerikan Sargısı’nda “Temeloş” direngenliğin simgesidir.

 

Baykurt’un özyaşamı

Baykurt, yazdığı onlarca roman, öyküye, Literatür Yayınları arasında çıkan Özüm Çocuktur, Köy Enstitülü Delikanlı, Kavacık Köyünün Öğretmeni, Köşe Bucak Anadolu, Bir TÖS Vardı, Genç Emekli, Sıladan Uzakta, Dost Yüzleri adlarını taşıyan 8 ciltte bir araya getirilen 3 bin 740 sayfalık bu diziyle, yaşamöyküsünü de katmıştır. Baykurt’un yaşadıkları, Türkiye’nin toplumsal, siyasal dengesizliğinin haritasını seriyor gözler önüne. Bu özyaşam, Köy Enstitüsünde yetişenlerin, toplumda nasıl bir sorumluluk yüklendiğinin de tanığıdır.

Baykurt roman, öykü gibi okunabilecek bu özyaşamöyküsünü neden yazdığını özeleştiri mantığıyla da açıklıyor: “İnsanın, kuşun, kurdun halini anlatan romanlar, öyküler yazdım. Özellikle köylüleri, ağzı var dili yok kadınları anlattım. Kendimi anlatmaktan nedense kaçındım. Yazarlık bana yıllar yılı bir ‘kamu görevi’ gibi göründü. Oysa kusurlarımla, erdemlerimle ben de bir insanım. Bu işe geçten geç yöneldim. Neler yazarım diye kafa yorarken birbirinden ilginç öyküler buldum. Yazınca ayırdına vardım, meğer ne güzel bir yaşamım varmış.

Dizi, açtığı anlatı alanıyla, insanın yürek vuruşunu yansıtan bir ortama sokuyor.

Yorum yap